AĞITLARLA AĞLAYANLAR
Elimde bir kitap… “Ağıtlarla
Ağlayanlar” Bu kitabı çok değerli hemşerim Aliye Öğretmen yazmış. Ahmet Hocama,
en derin saygılarımla…” diyerek imzalamış. Kitap akşamın alaca karanlığında
elime geçti. Alelacele şöyle bir baktım. Zaman, kitap okumama uygun olmayan bir
zamandı. Ama kitap da;“İlla beni oku” diyordu. Sabahı zor ettim. Sabah güneşi
ilk ışıklarını yollarken elimde Aliye Öğretmenin “Ağıtlarla Ağlayanlar” kitabı
vardı.
Diyeceksiniz ki, “altı üstü bir kitap…
Sabah daha kargalar bile uyanmadan, sen gözlerinin çapağını yıkamadan, kitap
okuma hevesi de nereden çıktı?” Ben böyleyim işte… Tanıdığım birileri güzel bir
şeyler yaparsa bir heyecan duyarım. İğnenin deliğinde de olsa, arayıp bulmaya
ondan bir şeyler öğrenmeye gayret ederim. Hele bizden bir şeyler yazılmışsa
sindire sindire okurum. Aliye Öğretmenin kitabını da öyle yaptım. Daha kitabın
ilk sayfasında; “Babam Halil İbrahim VARÜNLÜ’ye sonsuz saygılarımla…” ifadesini
görünce duygusallığım boğazımın en hassas boğumuna en güzel anılarımı topladı.
Bir cümle, evet belki de bir cümle,
ama Terzi Halil İbrahim Abi gözlerimin önünde… Mahallemin çocuğu. Daha doğrusu
ben çocuk, o mahallemin hoşgörü abidesi… Ben onu ilk tanıdığım andan ölümüne
kadar; hoşgörünün, samimiyetin ve hayatın gülen yüzü olarak gördüm. Sessiz,
sakin, bir o kadar duyarlı ve bir o kadar nüktedan… Saimbeyli’de Terzi Halil
İbrahim’i kim tanımaz ki, her yaştan insanın kendisinden bir şeyler bulduğu o
mütevazı terzi dükkânına Saimbeyli’de yaşayıp da uğramayan bir Allah’ın kulu
kaldı mı? Eğer kaldıysa dünyada çok şey kaybetmiş demektir. Çünkü orası sadece
bir terzi dükkânı değildi. O dükkâna kederli giren ruhen rahatlamış olarak
çıkardı. Halil İbrahim Abi, nükteleri ile ve sakin sohbetleri ile insanların
öfkelerini bir anda yatıştırır, o dükkâna kaşları çatık girenler güler yüzle
çıkarlardı.
Zaman o kadar acımasız ki, ona
yenilmemek mümkün değil… Tam hayatının en verimli yıllarında hastalandığını
duydum. İnsan bazı insanların hasta olabileceklerini hiç düşünemiyor. Daha
doğrusu onlara hastalığı yakıştıramıyor. Ama dert bu bir kere girmeye görsün…
Ne hoşgörülü, ne nüktedan, ne de güler yüzlü- neşeli insanı tanıyor, alıp
götürüyor. Onu son defa Başkent Hastanesinde ziyaret etmiştim. Hastaydı. Ama
yüzündeki gülücükler, gözlerindeki huzur hep yerini koruyordu. O gerçek âleme giderken, insanların beynine
bir Terzi Halil İbrahim portresi kazıdı gitti. Bende özel bir yere sahip olan
böyle bir babanın kızının yazacakları elbette benim ilgimi çekecekti. Onun için
de kitabı hiç zorsunmadan okudum. Aslında kitapta anlatılanların çoğunluğu
benim de yıllardır yaptığım çalışmaların bir benzeriydi. Ya ben bildiğimden, ya
da şuur altıma yer eden bize ait değerlerin yazıya dökülmesinden kitap bana
sıcacık geldi. Zaman nasıl geçti bilmiyorum, bir baktım kitap bitmiş. Hele
kitabın son sözü olarak Aliye Öğretmenin “Gözümün Bebeği Saimbeyli...” yazısı
sanki son vuruştu. Bu yazıyı bir yıl önce www.saimbeylim.com
da okumama rağmen kitapta ayrı bir ihtişamda durduğunu fark ettim.
Kitabı bitirip derin bir nefes
aldığımda, “Keşke Halil İbrahim Ağabey’den; iki dörtlük, bir nükte olsaydı!”
diye içimden geçirdim.
Ama her şeye rağmen teşekkür ediyorum
Aliye Öğretmen; sağanak yağmurların şiddetiyle oluşan boz bulanık sellere kütük
gibi takılanlara inat duruluğunla ayakta kalabildiğin için. Teşekkür ediyorum
Aliye Öğretmen, zamansız esen fırtınalara inat öz değerlerine sahip çıktığın
için. Teşekkür ediyorum Aliye öğretmen, vatan topraklarına ayağın sağlam
bastığı için. Teşekkür ediyorum Aliye Öğretmen, hiçbir karşılık beklemeden
memleketini sevdiğin için… Teşekkür ediyorum Aliye Öğretmen, küllenmiş
değerlerimize bir nefes olduğun için. Teşekkür ediyorum… Teşekkür ediyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder