19 Nisan 2013 Cuma

DİYARBAKIR VE TÜRK BAYRAĞI


DİYARBAKIR VE TÜRK BAYRAĞI
                Dedem 1885 yılında doğmuş. Ben ilk defa Diyarbakır ismine dedemin anılarında rastladım. Ben çocukken aile büyüklerim, özellikle de babam dedemin askerlik hatıralarını paylaşırdı. Babamın anlattıklarına göre dedem askerliğini Diyarbakır’da yapmış. Tam da Diyarbakır Kalesi’nin yakınlarında… Dedemin askerlik yaptığı yıllar Osmanlı Devletinin son yıllarıymış. Osmanlı topraklarında kıtlık varmış. Bir kuru ekmek parçası ve bir tas çorba ile insanlar hayatlarını idame ettirmeye çalışırlarmış. O dönemde yokluk hayatın bir parçası olmuşsa da vatanın her yeri yine de vatan sayılmış. Vatan kimseye terk edilmemiş ve “alın sizin olsun” denmemiş.
Çocukluğumda dedemle ilgili anlatılanları asla unutamam. Babam, “oğlum siz ne gördünüz, yokluk mu gördünüz, kıtlık mı? Benim babam Diyarbakır’da askerlik yapmış. Diyarbakır Kalesi’ndeki Türk Bayrağını korumak için günlerce aç susuz nöbet tutmuş. Orada çok sayıda asker açlıktan şehit olmuş. Şehit olan askerleri kale yakınlarına gömmüşler” derdi. Hatta babam Atların açlıktan öldüklerini,  askerlere bit düştüğünü ama her şeye rağmen kaledeki Türk Bayrağı’nı koruduklarını” söylerdi. 
Şimdi 90 yaşlarına merdiven dayamış olan amcamın eşi Nazmiye yengem, geçen yaz Diyarbakır’da bir kazı yapıldığını, yapılan kazıda bazı kemiklerin bulunduğu haberini televizyonda dinlemiş ve bana “o bulunan kemikler mutlaka senin dedenin asker arkadaşlarına aittir,” demişti. O kemikler yengemin söylediği gibi benim dedemin asker arkadaşlarına ait kemikler mi ben bilmiyorum ama bildiğim bir gerçek var ki, benim dedem Diyarbakır Kalesi’ndeki Türk Bayrağını korumak için çok bedel ödemiştir. Nasıl ödemesin ki, (Diyar-ı Bekr) Diyarbakır vatan toprağı değil mi? Bizler 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile Anadolu Topraklarının Türkleşmeye başladığını sanırız. Oysa bu tarihten önce Alparslan Diyarbakır’ı Türk yurdu etmişti bile.
Gelelim son günlerde tartışılan en önemli konuya… 21 Mart 2013 Perşembe günü Diyarbakır’da bir siyasi parti öncülüğünde bir açık hava toplantı düzenlendi. Bu düzenlemenin günler önce büyük oranda reklamları yapıldı. “Barış gelecek” sloganı her evde defalarca yankılandı. Kelli felli adamlar televizyon ekranlarında günlerce beyin yıkama metotları ile insanları yönlendirdiler. Durum öyle bir hale sokuldu ki yıllardır insan kanı ile beslenen, varlığının temeli kan dökmek olan bir terör örgütünün en azılısı neredeyse “Barış Elçisi” olarak ilan edildi. Onun söyleyeceği sözler yeni bir tarihin başlangıcı olacağı vurgusu mütemadiyen tekrarlandı. Ben yıllardır Zeki Müren’in bir sözüne takılır dururum. Onun bir defasında; “Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Reklam, reklamdır.”  dediği rivayet edilir. Bence terör örgütünün reklamı kamuoyuna fazlasıyla yapılmıştır. Reklamın etkisiyle de insanlar Nevruz günü Diyarbakır’da coşku ile toplandı. Oysa dünya âlem biliyor ki bu siyasi parti bölücü terör örgütü PKK’nın Türkiye’deki siyasi temsilcisidir. Adına ne denilirse denilsin nihai hedef ülkemizin bir bölümünde yeni bir devlet kurmaktır.  Düzenlenen mitingin Nevruz gününe denek getirilmiş olması tamamen daha büyük kitlelere reklam yapabilmekten başka bir şey değildir. Ben iddia ediyorum ki o mitinge giden insanların yüzde sekseni o meydandaki görüntüden rahatsız olmuştur. Çünkü millet görmüştür ki reklam kuvvetli ama mal kalitesizdir. Hamurun mayası bozuktur. Bu hamurdan ekmek olmaz.
Peki, insanlar oraya neden toplandılar?
Bu kadar reklamı herhangi bir mağazada satılan bir mal için yapmış olsanız ve “içeride bedava satılıyor” derseniz bunun on katı insanı toplarsınız. Kalabalığı da bundan çok, halayı da bundan coşkulu olur.
Aslında Diyarbakır’da düzenlenen miting fiyasko ile sonuçlanmıştır. O mitinge alet olan ve o mitinge katılan herkesin şimdi başı yerdedir. Savunacakları hiçbir şey yoktur. Herkes terör örgütüne alet olmanın burukluğu içerisindedir. Bu işten tek kârlı çıkan da terör örgütü olmuştur. Çünkü artık askeri operasyonlar önlenmiştir. Terör örgütü derin bir nefes almıştır. Bundan sonra derlenme-toparlanma dönemine girecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri eğer operasyon yapacak olursa “barışı bozan” konumuna sokulacak ve çok derin yaralar alacaktır.
PKK’nın Diyarbakır Mitinginden sonra en fazla konuşulan konu miting alanında Türk Bayrağı’nın olmayışıdır.  Bu konuda herkesin öfkeli olduğunu görüyorum. İşte ben de tam burada bu öfkenin kaynağını anlamakta zorlanıyorum. Sanki bu zamana kadar bütün PKK ve onun siyasi temsilcisi partin mitinglerinde Türk Bayrağı varmış da sadece bu gün yok muş gibi millet hayıflanıyor. Şurası artık iyice öğrenilmelidir ki PKK bir terör örgütüdür. O örgütün Türk milletine ait bütün değer yargılarına bir düşmanlığı vardır. Eğer mitinglerinde Türk Bayrağı asarsa bu kerhendir. “Ülke bölünmesin, biz barış istiyoruz, analar ağlamasın, gözyaşları akmasın” diyorsa bu bir propagandadır. Ve bu bir alan genişletme çalışmasıdır. Silahı olmazsa, halka korku vermezse hiçbir varlığının olmayacağını o da çok iyi bilmektedir. PKK düzenlemiş olduğu miting alanına Türk Bayrağı asamamakla kendisi açısından çok doğru yapmıştır. Yanlış olan terör örgütün ve onun siyasi uzantılarının vicdanına Türk Bayrağını emanet etmektir. Ve onlar Türk Bayrağını asacaklar diye beklenti içerisine girmektir. Bu tür beklenti içerisine giren halkın da üzülmesi gayet doğaldır.
Onun içinde diyorum ki; Benim bayrağım; beyinlerin ırzına geçildiği, yüreklerin tecavüze uğradığı, bez parçalarının bayrak diye sallandığı yerlerde zaten dalgalanmaz. Onun bir şerefi, bir hasiyeti ve bir gururu vardır. O dalgalanacağı yeri ve yaşayacağı yürekleri çok iyi bilir.
Benim için önemli olan PKK mitinglerinde Türk Bayrağının olup olmaması değil. Diyarbakır Kalesi’nde Türk Bayrağı var mı yok mu ona bakarım.
Ne dersiniz Diyarbakır Kalesi’nde Türk Bayrağı var mı?
 25.03.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder