DİYARBAKIR VE TÜRK
BAYRAĞI
Dedem
1885 yılında doğmuş. Ben ilk defa Diyarbakır ismine dedemin anılarında
rastladım. Ben çocukken aile büyüklerim, özellikle de babam dedemin askerlik
hatıralarını paylaşırdı. Babamın anlattıklarına göre dedem askerliğini Diyarbakır’da
yapmış. Tam da Diyarbakır Kalesi’nin yakınlarında… Dedemin askerlik yaptığı
yıllar Osmanlı Devletinin son yıllarıymış. Osmanlı topraklarında kıtlık varmış.
Bir kuru ekmek parçası ve bir tas çorba ile insanlar hayatlarını idame
ettirmeye çalışırlarmış. O dönemde yokluk hayatın bir parçası olmuşsa da
vatanın her yeri yine de vatan sayılmış. Vatan kimseye terk edilmemiş ve “alın
sizin olsun” denmemiş.
Çocukluğumda dedemle
ilgili anlatılanları asla unutamam. Babam, “oğlum siz ne gördünüz, yokluk mu
gördünüz, kıtlık mı? Benim babam Diyarbakır’da askerlik yapmış. Diyarbakır
Kalesi’ndeki Türk Bayrağını korumak için günlerce aç susuz nöbet tutmuş. Orada
çok sayıda asker açlıktan şehit olmuş. Şehit olan askerleri kale yakınlarına gömmüşler”
derdi. Hatta babam Atların açlıktan öldüklerini, askerlere bit düştüğünü ama her şeye rağmen
kaledeki Türk Bayrağı’nı koruduklarını” söylerdi.
Şimdi 90
yaşlarına merdiven dayamış olan amcamın eşi Nazmiye yengem, geçen yaz
Diyarbakır’da bir kazı yapıldığını, yapılan kazıda bazı kemiklerin bulunduğu
haberini televizyonda dinlemiş ve bana “o bulunan kemikler mutlaka senin
dedenin asker arkadaşlarına aittir,” demişti. O kemikler yengemin söylediği
gibi benim dedemin asker arkadaşlarına ait kemikler mi ben bilmiyorum ama
bildiğim bir gerçek var ki, benim dedem Diyarbakır Kalesi’ndeki Türk Bayrağını
korumak için çok bedel ödemiştir. Nasıl ödemesin ki, (Diyar-ı Bekr) Diyarbakır
vatan toprağı değil mi? Bizler 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile
Anadolu Topraklarının Türkleşmeye başladığını sanırız. Oysa bu tarihten önce
Alparslan Diyarbakır’ı Türk yurdu etmişti bile.
Gelelim son
günlerde tartışılan en önemli konuya… 21 Mart 2013 Perşembe günü Diyarbakır’da
bir siyasi parti öncülüğünde bir açık hava toplantı düzenlendi. Bu düzenlemenin
günler önce büyük oranda reklamları yapıldı. “Barış gelecek” sloganı her evde
defalarca yankılandı. Kelli felli adamlar televizyon ekranlarında günlerce
beyin yıkama metotları ile insanları yönlendirdiler. Durum öyle bir hale
sokuldu ki yıllardır insan kanı ile beslenen, varlığının temeli kan dökmek olan
bir terör örgütünün en azılısı neredeyse “Barış Elçisi” olarak ilan edildi.
Onun söyleyeceği sözler yeni bir tarihin başlangıcı olacağı vurgusu mütemadiyen
tekrarlandı. Ben yıllardır Zeki Müren’in bir sözüne takılır dururum. Onun bir
defasında; “Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Reklam, reklamdır.” dediği rivayet edilir. Bence terör örgütünün
reklamı kamuoyuna fazlasıyla yapılmıştır. Reklamın etkisiyle de insanlar Nevruz
günü Diyarbakır’da coşku ile toplandı. Oysa dünya âlem biliyor ki bu siyasi
parti bölücü terör örgütü PKK’nın Türkiye’deki siyasi temsilcisidir. Adına ne
denilirse denilsin nihai hedef ülkemizin bir bölümünde yeni bir devlet
kurmaktır. Düzenlenen mitingin Nevruz
gününe denek getirilmiş olması tamamen daha büyük kitlelere reklam
yapabilmekten başka bir şey değildir. Ben iddia ediyorum ki o mitinge giden
insanların yüzde sekseni o meydandaki görüntüden rahatsız olmuştur. Çünkü
millet görmüştür ki reklam kuvvetli ama mal kalitesizdir. Hamurun mayası
bozuktur. Bu hamurdan ekmek olmaz.
Peki, insanlar
oraya neden toplandılar?
Bu kadar
reklamı herhangi bir mağazada satılan bir mal için yapmış olsanız ve “içeride
bedava satılıyor” derseniz bunun on katı insanı toplarsınız. Kalabalığı da
bundan çok, halayı da bundan coşkulu olur.
Aslında
Diyarbakır’da düzenlenen miting fiyasko ile sonuçlanmıştır. O mitinge alet olan
ve o mitinge katılan herkesin şimdi başı yerdedir. Savunacakları hiçbir şey
yoktur. Herkes terör örgütüne alet olmanın burukluğu içerisindedir. Bu işten
tek kârlı çıkan da terör örgütü olmuştur. Çünkü artık askeri operasyonlar
önlenmiştir. Terör örgütü derin bir nefes almıştır. Bundan sonra
derlenme-toparlanma dönemine girecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri eğer operasyon
yapacak olursa “barışı bozan” konumuna sokulacak ve çok derin yaralar
alacaktır.
PKK’nın
Diyarbakır Mitinginden sonra en fazla konuşulan konu miting alanında Türk
Bayrağı’nın olmayışıdır. Bu konuda
herkesin öfkeli olduğunu görüyorum. İşte ben de tam burada bu öfkenin kaynağını
anlamakta zorlanıyorum. Sanki bu zamana kadar bütün PKK ve onun siyasi temsilcisi
partin mitinglerinde Türk Bayrağı varmış da sadece bu gün yok muş gibi millet
hayıflanıyor. Şurası artık iyice öğrenilmelidir ki PKK bir terör örgütüdür. O
örgütün Türk milletine ait bütün değer yargılarına bir düşmanlığı vardır. Eğer
mitinglerinde Türk Bayrağı asarsa bu kerhendir. “Ülke bölünmesin, biz barış
istiyoruz, analar ağlamasın, gözyaşları akmasın” diyorsa bu bir propagandadır.
Ve bu bir alan genişletme çalışmasıdır. Silahı olmazsa, halka korku vermezse
hiçbir varlığının olmayacağını o da çok iyi bilmektedir. PKK düzenlemiş olduğu
miting alanına Türk Bayrağı asamamakla kendisi açısından çok doğru yapmıştır.
Yanlış olan terör örgütün ve onun siyasi uzantılarının vicdanına Türk Bayrağını
emanet etmektir. Ve onlar Türk Bayrağını asacaklar diye beklenti içerisine
girmektir. Bu tür beklenti içerisine giren halkın da üzülmesi gayet doğaldır.
Onun içinde
diyorum ki; Benim bayrağım; beyinlerin ırzına
geçildiği, yüreklerin tecavüze uğradığı, bez parçalarının bayrak diye
sallandığı yerlerde zaten dalgalanmaz. Onun bir şerefi, bir hasiyeti ve bir
gururu vardır. O dalgalanacağı yeri ve yaşayacağı yürekleri çok iyi bilir.
Benim için önemli olan PKK mitinglerinde Türk Bayrağının olup
olmaması değil. Diyarbakır Kalesi’nde Türk Bayrağı var mı yok mu ona bakarım.
Ne dersiniz Diyarbakır Kalesi’nde Türk Bayrağı var mı?
25.03.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder