İçim
sızlıyor vallahi. Kalemim donuyor. Yüreğim yanıyor. Defalarca oturuyorum
bilgisayarımın başına… Defalarca yazı yazmak istiyorum. Şehidin ardından ne
yazılır diye büyüklüğü karşısında boğulup kalıyorum. Bu kadar mı zormuş bir
şehidin arkasından yazı yazmak. Bu kadar mı zormuş yüreğinin bir parçasını
insanlarla paylaşmak. Şahadet şerbetini içen kişi çocukluğundan beri
tanıdığınız bir kişi ise kalem dile gelir mi? Kalem susar. Yürek susar. Ama
yazmak zorundasınız. Kelimelerinizin içinizdeki kopan fırtınaları anlatmaya
yetersiz olduğunu bilseniz de yazmak zorundasınız.
Gözlerinin
önüne, minicik elleri ile ellerime sarılan, kara gözleri ile gözlerime bakan
çocuk Muhterem YAĞBASAN geliyor. Sonra o çocuk büyüyor. Delikanlı oluyor. Zor
şartlarda bir çocukluk ve gençlik dönemi geçiriyor. Aile köyden gelmiş. Baba iki evli...
Gecekondu bile denemeyecek bir evde hayatlarını sürdürüyor. Ve siz yıllarca her
gün üç öğün o evin yanından geçiyorsunuz. Çocukların sokaklarda oynadıklarını
görüyorsunuz. Okula gittiklerini, ellerinde bezden yapılmış çantalarla
istikbale hazırlandıklarını görüyorsunuz.
Lise
yıllarında bıyıkları terlemeye başlamış, delikanlılık çağının en delisinde bile
sizi gördüğünde düğmelerini ilikleyen, gözlerinize bakıp saygıda kusur etmeyen
ve bir gün alnının teri, elinin tozu ellerinize sarılarak “Hocam ben uzman
çavuşluğu kazandım. Tayinim Şırnak’a çıktı. Hakkını helal et” derken
gözlerindeki mutluluğa şahit olmanızın ne anlama geldiğini bilir misiniz?
Düğümleniyorum işte burada. Muhterem’i ben böyle yollamıştım. Giderken
arkasından bakıp; “Allah esirgesin. Dağ gibi delikanlı.” Diye düşünmüştüm.
Nereden bilecektim bir gün şahadet haberi ile beynimden vurulmuşa döneceğimi.
“Gitme” der miydim acaba? Ellerine sarılıp, gözlerinden öpüp “Gitme” der miydim
acaba?
Demezdim.
Eminim demezdim. Öz oğlumun şehit olacağını bilsem, vatan için, bayrak için,
Allah için kutsal bir göreve talip olduğunu görsem yine de “gitme” demezdim.
Kendimi hep
Fatma Annenin yerine kodum. Hep onun gibi düşünmeye çalıştım. Onun oğlunun
yerinde kendi oğlumu düşündüm. Ne büyük bir imtihan Ya Rabbi! Ben Fatma ana
kadar metin olabilir miydim bilmiyorum.
Şahadet
haberini duyup evine gittiğimde kalabalık arasında beni seçen Fatma ananın
gözlerime bakarak “Hocam! Muhteremimi şehit verdik. Kınalı kuzumu şehit verdik
hocam!” sözleri ile gözyaşlarıma engel olamadım. Bir ana feryat ediyordu
karşımda. Kardeşi Fatih boynuma sarılıyordu. “Vatan sağ olsun hocam” diyordu.
Abla Sultan ellerimi sıkı sıkı tutmuş, boncuk boncuk ağlıyordu.
Gelin de sizin
yüreğiniz dayansın şimdi buna. Gelin de yazı yazın. Gelin de isyanlarınız tavan
yapmasın. Gelin de gözyaşlarınıza engel olun. Gelin de içiniz kan ağlamasın.
Gelin de “biz bu vatanı hala kurtaramadık mı?” diye düşünmeyin. Savaşsa savaşı
bilme hakkımız yok mu? Biz her gün şehit cenazesi mi kaldıracağız. İki günde 10
şehit. Bu ne ya? Bu ne Allah aşkına?
Susmak
istiyorum. Lütfen beni bağışlayın. Susmak istiyorum.
ŞEHİDİM MEKÂNIN
CENNET OLSUN.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder