Takvim yaprakları 10 Kasım 2007 tarihini göstertiyor. Akşamın saat 21.45’i.
evde misafirlerimizle oturuyoruz. Moralim de oldukça yerinde. Nereden aklıma
geliyor bilmiyorum. “Yemen Türküsü” takılıyor dilime… Ben
derinden derine mırıldanıyorum.
“Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift pabuç ile bir de fesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift pabuç ile bir de fesi var
Ano yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Huş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir”
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Huş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir”
Yemen Türküsü’nün
mırıltısını duyar da bizim insanımız eşlik etmez mi? Misafirlerim de bana eşlik
ediyorlar.
Yemen
türküsünde en çok bu mısralar etkiler beni…
“Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift pabuç ile bir de fesi var”
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift pabuç ile bir de fesi var”
Dönüp dönüp aynı yeri tekrarlıyorum.
Telefonum çalıyor. Arayan Abdurrahman Örs Hocam olunca hemen kendimi
toparlıyorum.
-Hocam, saygılar” diyorum.
Telefondaki ses.
-Ahmet Bey, ben Abdurrahman Örs’ün
oğlu Ali’yim.
Hal hatır soruyorum. Sesi hüzünlü.
-Hocam nasıl?
-Ahmet Bey. Maalesef babamı
kaybettik.”
O diyor ama “kaybettik” sözü
yüreğime oturuyor. En yakınlarımdan birisini kaybetmiş gibi yüreğim “cız”
ediyor. Üzüntümü ifade edecek kelime bulmakta zorluk çekiyorum. İnsan nasıl
zorlanmaz ki? Beklemediğiniz bir zamanda çalan telefonda çok değer verdiğiniz
bir insanın sesi gelecek diye beklerken onun ölüm haberini veren bir sesle
karşılaşıyorsunuz. Sonra dalıyorsunuz hayallere.
İnsan ömründe insana etki eden insan
sayısı az olur. Ya da bana öyle gelir. Nedendir bilmem… Her insanla
anlaşabilirim. Konuşabilirim. Görüşebilirim. Saygı da duyar, nefret de
edebilirim. Ancak her insandan etkilenmem.
Öğrencilik yıllarımı düşünüyorum da
çok sayıda öğretmenim olmuştur. Öğretmenlerimin birçoğu hafızamdan silinmiştir.
Ama bazıları var ki istesem de hafızamdan silemem. Onların beni etkileyen
davranışları ben bile farkına varmadan hayatımda model oluşmalarına sebep
olmuştur. Bu öğretmenlerimden bir tanesi de Abdurrahman Örs Hoca’mdır. Aradan
uzun yıllar geçmiş ve 35 yıl kendisini görmememe rağmen ismi hafızamdan hiç
silinmemiştir.
2006 yılıydı. Sayın Dr. Necat Yaycıoğlu,
Sayın Abdurrahman
Kütük ve ben âcizane bir tarihi konferansta bir araya
gelmiştik.
Yer Saimbeyli Halk Eğitim Müdürlüğü konferans
salonu… Yavaş yavaş konferans için hazırlanıyoruz. Salona bir bey geliyor. Ak
düşmüş saçları ile bürokrasiden geldiği her davranışından belli olan bir bey…
Ona fark ettirmeden onun kim olduğunu onunla birlikte içeriye girenlere
soruyorum. Aldığım cevap karşısında ellerim ve ayaklarım titriyor.
O kişinin benim yıllardır görmediğim Abdurrahman Örs
Hoca’m olduğunu öğreniyorum. O gün benim için çok önemli bir gün oluyor.
Abdurrahman Örs Hoca’m elinde Saimbeyli tarihine ışık tutacak tarihi bir
kitapla ahde vefanın güzel bir örneğini veriyor. Bizleri hiç unutmadığının en
önemli delili kitabı bizlere çok şey öğretiyor.
Ben o gün hayatımın en heyecanlı
konuşmasını yapıyorum. Ellerimin titrediğini hissediyorum. Her toplumda rahatlıkla
konuşmama rağmen yılladır görmediğim hocamın ağırlığını üzerimde hissediyorum.
Bu his beni heyecanlandırıyor. Talebenin öğretmeni karşısındaki heyecanını
yaşıyorum. Onu oradaki konuşmamamda da dile getiriyorum.
O gün hocamla güzel bir gün yaşıyoruz.
Bilgilerinden istifade etmek için her kelimesini beynime yazmaya çalışıyorum.
Anlattıklarını kaybettiğim hazineler olarak almaya çalışıyorum. Şunu itiraf
etmemde hiçbir sakınca yok. Abdurrahman Örs Hoca’m beynime yeni bir Saimbeyli
şekli koyuyor. Yeniden Saimbeyli’nin eski adı “Hacın” ile ilgili yeni bilgiler
edinmemi sağlıyor.
O günden sonra Abdurrahman Hocam'ı bir
daha görmedim. Ama defalarca telefon görüşmesi yaptım. Birkaç ay önce eşinin
öldüğünü torunu Burak bana bildirmişti. Hemen hocamı aradım. Taziye
dileklerimde bulunduk. Hocam çok hüzünlüydü. Belli ki eşinin ölümü onu bayağı
sarsmıştı. Onu aradığımda çok mutlu olmadığını hissediyordum.
Bir gün beni aradı. Ve dedi ki:
-Ahmet’im. Ben yaşlandım artık. Elimde
Saimbeyli ile ilgili epeyce doküman var. Onları sana vermek istiyorum. Onları
değerlendir. Kitap yaz.
O bilgilerin Abdurrahman Hocam için
çok değerli bilgiler olduklarını bildiğim için biraz ağırdan almıştım. Hatta o
bilgilerin ve belgelerin Abdurrahman Hoca’m için bir yaşama kaynağı olduğunu
düşünmüştüm. Onlarla oyalanır ve hayata sarılır umudu içerisindeydim.
Sevgili torunu Burak arada bir beni
arar;
“Dedemin selamı var.” derdi. Radyo
yayınımı sorardı. Ben ne zaman radyo yayınına çıkacak olsam, hocam internetten
beni dinlemeye çalışırdı. Bana da övgü dolu sözlerle cesaret verirdi. Ben onun
hep öğrencisi, o benim hep hocam oldu. Yayındayken bile ağırlığını hissederdim.
Hata yapmamaya çalışırdım.
Ölüm
haberine çok üzüldüm. İyi bir dost, iyi bir hoca, iyi bir arkadaş ve iyi bir
yazarı kaybettik diye düşünüyorum.
Atatürk ile aynı gün ölmüş olması onu
hiç unutmayacağız anlamına geliyor.
Mekânın cennet olsun hocam. Nur
içerisinde yat.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder