19 Nisan 2013 Cuma

GÜZEL İNSANLAR HEP GÜZEL KALDILAR


GÜZEL İNSANLAR HEP GÜZEL KALDILAR
                Geçenlerde değerli hemşerilerim Mahmut Dalkır, Atilla Çınar, Nimettullah Özmen, Mustafa Şahin Gökçe, Naci Yıldızhan ve ben bir akşam yemeğinde birlikte olduk. Hani atalar der ya, “gönül ne çay ister ne çayhane, gönül sohbet ister çay bahana…” işte öyle bir şeydi bizim bir araya gelmemiz. Yemek bahaneydi aslında. Hayatın keşmekeşliği içerisinde zaman zaman ferdi olarak görüşme imkânı bulabilsek de arkadaşlarımızla uzun süredir toplu olarak birlikte olamıyorduk. Bu birliktelik hepimizi çok eskilere götürdü. Hatıralar dile geldi. Zaman nasıl geçti, bir türlü anlamadık.  Ama hafızamız tazelendi. Çocukluk, gençlik yıllarımıza gittik. Ve neler neler konuştuk.
                Hepimizin ortak buluşma yeri Saimbeyli’dir. Konuştuğumuz yıllar 1970-80 yılları… Mahmut Dalkır, Atilla Çınar ve Nimettullah Özmen benim akranım. Biz gençlik yıllarımızı yaşarken Mustafa Şahin Gökçe’de çocukluktan yeni kurtuluyordu. Hep bizim yanımızdaydı ve bizler onun hep abileriydik. Zaman hepimizi bir yerlere savurdu. Hayat bir mücadele demekti. Hepimiz o mücadelenin içerisine girmiştik. Şunu itiraf etmek gerekirse bizlere öncülük edecek önümüzde güzel modeller de maalesef yoktu. Ne bizlere kol kanat gerecek abilerimiz, ne de duldasına sığınacağımız büyüklerimiz vardı. Bizler, düştüğümüzde kaldıracak, yanlış yaptığımızda “dur” diyecek ve bize güzel model olacak büyüklerimizi hiç göremedik. Ama bizim çok önemli bir sermayemiz vardı. Ailelerimiz bize, dürüstlüğü, mücadele etmeyi, temiz kalmayı ve lider olmayı öğretmişti. Onun için de bizler çocukken büyük olduk. Ben zaman zaman bunun için aile büyüklerime “bana çocukluğumu yaşatmadınız” diye sitem ederim. Onların da bir kusurlarının olmadığını bilirim aslında. Bizim coğrafyamızda çocukken büyük insan yerine konulmayan kim vardır ki? Herkes hemen büyüdü. 8-10 yaşlarındaki çocukların yalnız başına dağ başlarında inek otlatması, 8-10 kilometre uzaklıktaki ormandan eşekle odun getirmesi kolay mı? Şimdi bakıyorum da elbette çok zor. Ama o zaman o işler bizim için çocuk oyuncağıydı.  Onun için de bizler çocukken çabuk büyüyenlerden olduk. Hepimizin kendine özgü bir hayat hikâyemiz vardır. Aslında bizler hikâyelerimizi yazsak romanlara dönüşür.
                Mahmut Dalkır şimdi önemli bir kurumun bölge müdürü. Atilla Çınar, Nimettullah Özmen ve ben Milli Eğitim’de önemli kademelerde görevler yapıyoruz. Mustafa Şahin Gökçe bir bankanın yurt dışı genel müdürlüğüne kadar yükselmiş, Naci Yıldızhan önemli bir üniversite de bölüm şefi olarak çalışıyor. Bakıyorum da hepimiz aynı toprağın çocuklarıyız. Aynı teknede yoğrulmuş, aynı fırında pişmişiz. Yollarımız ayrılmış, rüzgâr her birimizi değişik yerle savurmuş ama konuştuğumda şunu gayet net olarak gördüm ki hiç birimiz aslımızı kaybetmemişiz. Hepimiz babalarımızın bize yedirdiği alın teri ile yoğrulmuş helal lokmalarımızı asla inkâr etmemişiz. Hepimiz doğduğumuz toprakların kıymetini biliyor, çevremiz ve ailelerimizden aldığımız değer yargılarımızın farkındayız. Makamlar, mevkiiler ve mekânlar bizleri bozmamış, aksine daha da olgunlaştırmış…
                Ne mutlu aslını inkâr etmeyen, doğduğu toprakları küçümsemeyen, nerden gelip nereye gittiğinin farkında olan, geçmişini unutmayan ve kökü sağlam olanlara…
                Diyeceksiniz ki” hiç bozulanlar olmadı mı?”
Elbette oldu. Ama GÜZEL İNSANLAR HEP GÜZEL KALDILAR…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder