Geçenlerde
değerli hemşerilerim Mahmut Dalkır, Atilla Çınar, Nimettullah Özmen, Mustafa
Şahin Gökçe, Naci Yıldızhan ve ben bir akşam yemeğinde birlikte olduk. Hani
atalar der ya, “gönül ne çay ister ne çayhane, gönül sohbet ister çay bahana…”
işte öyle bir şeydi bizim bir araya gelmemiz. Yemek bahaneydi aslında. Hayatın
keşmekeşliği içerisinde zaman zaman ferdi olarak görüşme imkânı bulabilsek de
arkadaşlarımızla uzun süredir toplu olarak birlikte olamıyorduk. Bu birliktelik
hepimizi çok eskilere götürdü. Hatıralar dile geldi. Zaman nasıl geçti, bir
türlü anlamadık. Ama hafızamız
tazelendi. Çocukluk, gençlik yıllarımıza gittik. Ve neler neler konuştuk.
Hepimizin
ortak buluşma yeri Saimbeyli’dir. Konuştuğumuz yıllar 1970-80 yılları… Mahmut
Dalkır, Atilla Çınar ve Nimettullah Özmen benim akranım. Biz gençlik
yıllarımızı yaşarken Mustafa Şahin Gökçe’de çocukluktan yeni kurtuluyordu. Hep
bizim yanımızdaydı ve bizler onun hep abileriydik. Zaman hepimizi bir yerlere
savurdu. Hayat bir mücadele demekti. Hepimiz o mücadelenin içerisine girmiştik.
Şunu itiraf etmek gerekirse bizlere öncülük edecek önümüzde güzel modeller de
maalesef yoktu. Ne bizlere kol kanat gerecek abilerimiz, ne de duldasına
sığınacağımız büyüklerimiz vardı. Bizler, düştüğümüzde kaldıracak, yanlış
yaptığımızda “dur” diyecek ve bize güzel model olacak büyüklerimizi hiç
göremedik. Ama bizim çok önemli bir sermayemiz vardı. Ailelerimiz bize,
dürüstlüğü, mücadele etmeyi, temiz kalmayı ve lider olmayı öğretmişti. Onun
için de bizler çocukken büyük olduk. Ben zaman zaman bunun için aile
büyüklerime “bana çocukluğumu yaşatmadınız” diye sitem ederim. Onların da bir
kusurlarının olmadığını bilirim aslında. Bizim coğrafyamızda çocukken büyük
insan yerine konulmayan kim vardır ki? Herkes hemen büyüdü. 8-10 yaşlarındaki
çocukların yalnız başına dağ başlarında inek otlatması, 8-10 kilometre
uzaklıktaki ormandan eşekle odun getirmesi kolay mı? Şimdi bakıyorum da elbette
çok zor. Ama o zaman o işler bizim için çocuk oyuncağıydı. Onun için de bizler çocukken çabuk büyüyenlerden
olduk. Hepimizin kendine özgü bir hayat hikâyemiz vardır. Aslında bizler
hikâyelerimizi yazsak romanlara dönüşür.
Mahmut
Dalkır şimdi önemli bir kurumun bölge müdürü. Atilla Çınar, Nimettullah Özmen
ve ben Milli Eğitim’de önemli kademelerde görevler yapıyoruz. Mustafa Şahin
Gökçe bir bankanın yurt dışı genel müdürlüğüne kadar yükselmiş, Naci Yıldızhan
önemli bir üniversite de bölüm şefi olarak çalışıyor. Bakıyorum da hepimiz aynı
toprağın çocuklarıyız. Aynı teknede yoğrulmuş, aynı fırında pişmişiz.
Yollarımız ayrılmış, rüzgâr her birimizi değişik yerle savurmuş ama
konuştuğumda şunu gayet net olarak gördüm ki hiç birimiz aslımızı
kaybetmemişiz. Hepimiz babalarımızın bize yedirdiği alın teri ile yoğrulmuş
helal lokmalarımızı asla inkâr etmemişiz. Hepimiz doğduğumuz toprakların
kıymetini biliyor, çevremiz ve ailelerimizden aldığımız değer yargılarımızın
farkındayız. Makamlar, mevkiiler ve mekânlar bizleri bozmamış, aksine daha da
olgunlaştırmış…
Ne
mutlu aslını inkâr etmeyen, doğduğu toprakları küçümsemeyen, nerden gelip
nereye gittiğinin farkında olan, geçmişini unutmayan ve kökü sağlam olanlara…
Diyeceksiniz
ki” hiç bozulanlar olmadı mı?”
Elbette oldu. Ama GÜZEL İNSANLAR
HEP GÜZEL KALDILAR…

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder