NE OLUR SES VERİN
Elimde bir dergi; adana life… Dergi dünya standartlarında hazırlanmış.
Renkli fotoğraflar, dizgi ve bakısı ile dünyaya meydan okurcasına, “ben de varım” diyor. Adı her ne kadar
bölgesel bir çağrışım yapsa da, bölgesini dünyaya duyurma çabasında olanların “bir noktadan, her noktaya” düsturu ile dünyaya
hitap edenlerin yaptığı gibi.
Biz de öyle yapmıyor muyuz? “Saimbeylim”
derken kesinlikle sadece Saimbeyli insanına hitap etmeyeceğimizi bilmiyor
muyduk? Elbette biliyorduk. Ama bir şeye bir yerden başlamak gerekiyordu.
Satırbaşı gibi bir şey… Hem dünyaya sesimizi
duyurmak, hem de dünyanın sesini bizim duymamız. Oldu da nihayet. Kimler bizi
tanıdı. Biz kimleri tanıdık. Daha kimler bizleri tanıyacak, biz kimleri
tanıyacağız.
Elimdeki derginin bir süre önce çıktığını
dostlarım vasıtası ile öğrenmiştim. Açıkça söylemek gerekirse bu kadar kaliteli
olacağını hiç düşünmemiştim. Ama bir meraktır bekleyip durmuştum.
Dergi elime ulaştığında şaşkınlığımı
saklayamadım. Çevremdeki insanlara aldırmadan “süperrrrrrrrrr” dedim. Süperdi.
Baskısı süper, kalitesi süper, yazılar süperdi. Derginin içeriğini bir tarafa
bırakacak olursak, ana kapaktaki beş başlıktan birisinin “SAİMBEYLİ YÜKSEK MAĞARA” olarak görülmesi süperler
içerisinde süperdi.
Hani, suyun kaldırma gücünü bulan
Arşimet; Buldum! Buldum! Buldum!” diye bağırmıştı ya, bizim de; “Süper! Süper!
Süperrrrrrrrrr!” diye heyecanlanmamız yadırganmamalı. Sanki suyun kaldırma gücü
bulunmadan önce su kaldırmıyor muydu? Elbette kaldırıyordu. Elbette hidrojen ve
oksijenden oluşmuştu. Elbette, bütün canlı ve cansız bildiğimiz varlıklar suya
muhtaçtı ve onu yaratan güç bunu biliyordu. Ama suyun kaldırdığını fark etmek
bir hamamda yıkanan Arşimet’in kurnada yüzen tası fark etmesi ile meydana
çıkmıştı.
“Süperrrrrrrr” diyorum. Çünkü
Saimbeyli’de bulunan doğa harikası mağara ilk defa ciddi bir dergiye girmişti.
“Süperrrrrrrrr” diyorum. Bu güzelim doğa harikasını varlığını insanlar ilk defa
bizim sitemiz tarafından duymuşlardı.
Peki, bu iş nasıl olmuştu?
Hikâyeyi uzun uzun anlatıp kendimize
pay çıkarmak istemiyorum. Yalnız herkesin şunu bilmesini istiyorum.
Saimbeyli’de bir doğa harikası mağara var. Ben mağara uzmanı değilim. Bu konuda
da hiçbir eğitim almadım. Ancak bazı güzellikleri fark etmek için illa eğitim
almak gerekmiyor. Siz diyet uzmanı olmazsınız, ama yediğiniz yemeğin hangi
kalitede olduğunu az çok bilirsiniz. Kokladığınız çiçeğin kokusunu, aldığınız
havanın temizliğini, içtiğiniz suyun duruluğunu fark edersiniz.
İşte bu mağaraya da biz o gözle bakıyoruz.
Gözlerimizin gördüğü güzelliği, içerisinde teneffüs ettiğimiz havanın ciğerlerimize
verdiği huzuru sizlere anlatacak bir kalemin olduğunu düşünemiyorum. Hani, yeni
doğum yapmış kadınlara sorarlar;”Nur
topu gibi bir evlat dünyaya getirdiniz, ne hissediyorsunuz?” kadın sözleri
ağzında eveler geveler… Sonunda; “anlatacak
söz bulamıyorum.” Der. İşte öyle bir şey… Ben, bu mağarayı anlatacak söz bulamıyorum. Bu mağara anlatılmaz,
sadece yaşanır. Yaşayan yazmış zaten.
Yaşayan diyor ki;” Hani “Yüzüklerin Efendisi” filminin mağara dekorları var ya, aynı
onun gibi… Belki de filmin yönetmeni bilse idi, o kadar para harcamaz filmini
burada çekerdi.”
Bir başka cümlede;”
“Büyülenmiştim.
Büyülenince fotoğraf
çekerim.
Çektim… Çektim… Çektim…
Film bitene kadar…
Film bitti. Seyrettim…
Seyrettim… Seyrettim…
Güzelliği beynime
işledim.”
İşte buydu bütün mesele, “Güzelliği beyne işlemek.”
Ne dersiniz? Bu güzelliği beyninize işlemek ister misiniz?
Yüksek sesle konuşun… Ne olur
yüksek sesle konuşun… Bir kamuoyu oluşturun… Anlatamadıklarımıza siz anlatın…
Bir doğa harikası mağara var Saimbeyli’de… SESİNİ DUYACAK KULAK, ONA
SEVDALANACAK YÜREK BEKLİYOR. NE OLUR, SESİNİZİN ULAŞTIĞI YERE KADAR BAĞIRIN! BU
GÜZELLİK ÖLMESİN! BU GÜZELLİK UNUTULMASIN. BU GÜZELLİK TERK EDİLMESİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder