SİZ DUYDUNUZ MU?
Efendim,
bu anlattıklarımın benimle yakından uzaktan ilgisi yok. Zaten böyle saçma sapan
olayların benim ülkemde olması da mümkün
değildir(!) 35 yıldır Hollanda’da
yaşayan hemşerim Zafer Erdal yılda bir defa memleketime gelir, Hollanda’da olan
bazı olayları anlatır. Ben de el âleme ayıp olmasın, çocukluk arkadaşım Zafer Erdal alınmasın diye
de dinlerim. İnsan nasıl dinlemez ki; çocuk kalkmış dünyanın bir ucundan
memleketime gelmiş, onun söylediklerini dinlemezsem ayıp olur diye onun
anlattıklarını dinlerim.
O
zavallım da güzel şeyler anlattığını sanır. Yani sevgili Zafer kardeşim ben
sana: “Bana her şeyi anlatma, benim sırrım olmaz, bir gün aklıma eser gecenin
bilmem saat kaçında uykularım kaçar, başlarım anlattıklarını yazmaya, sonra
millet sana da güler, bana da güler.” Demedim mi? Bak beni dinlemedin, aklına
geleni anlattın.
Aksilik olacak
ya şimdi gecenin saat 24.00’ünde benim uykum kaçtı. Geçtim bilgisayarın başına,
“Dünya da ne var ne yok.” diye sağı solu biraz kurcaladıktan sonra bir de bizim
Radyo Obruk’a selam vermek istedim. O da ne? Bizim Zafer Radyo Obruk’da canlı
yayında değil mi? Şeytan bu durur mu, başladı beni gıdıklamaya… Zafer’in
anlattıkları aklıma geldi.
Yok
efendim! Yok, yok. İnanılacak gibi değil ama sizlerle de paylaşmazsam bu şeytan
beni sabaha kadar uyutmaz. En iyisi sizinle paylaşayım da anlatılanları biraz
da siz düşünün. Ama inanmayın canım. İşte bizim zafer uyduruyordur. Güya
Hollanda’da Başbakan iş yerine bisikletle gidiyormuş! Hadi canım sen de, olacak
şey mi? Bırakın başbakanı, bizde belli bir makama gelen sıradan bir devlet
memuru kendisine tahsis edilen devlet arabası ile utanmasa rahmetli anamın
dediği gibi “neredeyse tuvalete” gidecek.
Bak
sen şu Zafer’e, güya başbakanlığa ait eski model bir araba varmış, başbakan o
araba ile görevi gereği gitmesi gereken yerlere gider, başka ülkelerden gelen
zevatı karşılarmış… Adam bakmış ki gittiği başka ülkelerdeki ( 0 ülkelereden
biri de mutlaka Türkiye’dir.) başbakanların bindikleri arabalar çok lüks, demiş
ki:
“Ya
göstermelik de olsa başka ülkelerden gelen zevata ayıp olmasın, biz de son
model bir araba alalım.” demiş. Bakanlarını da ikna etmiş. Yıllar sonra
başbakanlığa son model bir araba almış. Adam bir defa da binmiş. Bunu gören
halk durur mu, basmış yaygarayı, toplantılar, yürüyüşler, protestolar… Adam
dayanamamış, arabayı aldığına bin pişman olmuş ve arabayı tekrar iade etmek
zorunda kalmış.
Eee
ne demeli şimdi böylesi başbakana?
Efendim,
bizim Zafer diyor ki:
“Ben
Türkiye’de yetişmişim. Hollanda’da bir evim var. Evimin de küçük bir bahçesi.
Bir gün canım o bahçe de domates yetiştirmek istedi. 6-7 kök domates
yetiştirdim. Ne de olsan insan eli ile yetiştirdiğini daldan kopartmayı
seviyor. Domatesler de çok güzel oldu. Biz de dalından koparıp güzel güzel
yedik. Tabi zaman geldi, domatesin ömrü bitti. Yaprakları gazel olurken,
dalları da kurudu. Ben de çalısını çırpısını güzelce topladım. Bahçenin de bir
köşesin de kuru çöpleri yaktım. Aman Allah’ım Hollanda polisi geldi, kapıya
dayandı. “Havayı kirletmekten, çevreye zarar vermekten bana yüklü bir para
cezası kestiler.”
“Hadi
canım sen de olur mu?” dedim ama Zafer:
“Dur bakalım
daha ne anlattım.” dedi. Gelin de inanın yani.
Efendim, güya
bizim Zafer evinde bir kedi beslemiş. Zaman gelmiş o kediden kurtulmak istemiş.
Kedisini almış arabasına. Uzak bir yere gitmiş ki kediyi bıraksın. Kediyi oraya
bırakayım derken bir de ne görsün; bir polis tepesinde bitmez mi? Hemen Zaferi
yakalamış:
“Bu kediyi buraya neden bırakıyorsun?” diye
sormuş. Zafer kem küm etse de; hem para cezasını yemiş, hem de bilmem kaç km
uzaklıktaki hayvanları koruma merkezine götürüp kedisini teslim etmek zorunda
kalmış.
Demek ki o
ülkenin görevlileri bizim ülkemize gelse, biz de ceza yemeyen insan kalmaz.
Baksanıza sokaklarda dolaşan başıboş köpeklere, kedilere, eşeklere…
Zafer diyor
ki:
“Orada, yani Hollanda’da eğer bir yolda bir
kazı çalışması yapılacaksa o en az 15 gün önceden orada yaşayan insanlara yazı
ile bildirilir. İnsanların normal hayatlarını sarsmayacak şekilde her türlü
tedbir alınır. Yapılan çalışmaların kaç gün, hangi saatler arası yapılacağı
bildirilen yazıda detaylı olarak açıklanır. Eğer çalışmadan dolayı bir kişi
zarar görürse o kişinin zararı yüklenici firma tarafından anında karşılanır.”
Hadi siz gelin
de bu sözlere inanın! Başkalarını rezil rüsva etmeden yapılan çalışmanın tadı
mı olur canım? Rezillik hizmetin tadı tuzudur. Yolar mı onarılıyor, kanalizasyon
mu yapılıyor? İşi yapan keyfine göre yapmalı. İstediği yeri kazmalı. Hatta
kepçeyi yolun ortasına koymalı. İşine giden, kendisinden yol isteyen adama da
atmalı tafrayı. Hatta üstelik bir de bağırmalı:
“Canın mı
çıktı gardaş! Bekle biraz!”
Hastan mı var?
”Eee varsa ne
yapalım. Hasta olmak için bu günü mü bekledin?”
Hanım doğum mu
yapacak?
“Tövbe, tövbe.
Kızdırma beni, madem doğuracaksın başka zaman doğur! Görmüyor musun şurada
çalışıyoruz.”
Valla
haklısınız. Ben karışmam. Kim ne yaparsa yapsın. Beklerim kepçecinin keyfinin
yetmesini. İsterse açmasın. Hizmete engel olacak değilim ya. Hizmet dediğin
başkalarına zarar vererek yapılmalı ki bir anlamı olsun(!)
Sahi siz
keyfine göre iş yapmayan bir hizmet erbabını hiç gördünüz mü, ya da duydunuz
mu?
Duyarsanız
veya görürseniz bana da haber verin ki, özlemim giderilsin!
Üç aydır her
sabah kepçecinin gözlerine bakmaktan, onun vicdanına sığınmaktan gına geldim.
Bu sabah da…
Yok, efendim
yok. Bu sabah çok güzeldi. Tek parça görev yerime gittim.
Bir şey demedim.
Siz duydunuz
mu?
Karnımda
kalsın!
Hizmete devam.
2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder