19 Nisan 2013 Cuma

SİZ DUYDUNUZ MU?


SİZ DUYDUNUZ MU?
                Efendim, bu anlattıklarımın benimle yakından uzaktan ilgisi yok. Zaten böyle saçma sapan olayların benim ülkemde  olması da mümkün değildir(!)  35 yıldır Hollanda’da yaşayan hemşerim Zafer Erdal yılda bir defa memleketime gelir, Hollanda’da olan bazı olayları anlatır. Ben de el âleme ayıp olmasın,  çocukluk arkadaşım Zafer Erdal alınmasın diye de dinlerim. İnsan nasıl dinlemez ki; çocuk kalkmış dünyanın bir ucundan memleketime gelmiş, onun söylediklerini dinlemezsem ayıp olur diye onun anlattıklarını dinlerim.
                O zavallım da güzel şeyler anlattığını sanır. Yani sevgili Zafer kardeşim ben sana: “Bana her şeyi anlatma, benim sırrım olmaz, bir gün aklıma eser gecenin bilmem saat kaçında uykularım kaçar, başlarım anlattıklarını yazmaya, sonra millet sana da güler, bana da güler.” Demedim mi? Bak beni dinlemedin, aklına geleni anlattın.
Aksilik olacak ya şimdi gecenin saat 24.00’ünde benim uykum kaçtı. Geçtim bilgisayarın başına, “Dünya da ne var ne yok.” diye sağı solu biraz kurcaladıktan sonra bir de bizim Radyo Obruk’a selam vermek istedim. O da ne? Bizim Zafer Radyo Obruk’da canlı yayında değil mi? Şeytan bu durur mu, başladı beni gıdıklamaya… Zafer’in anlattıkları aklıma geldi.
                Yok efendim! Yok, yok. İnanılacak gibi değil ama sizlerle de paylaşmazsam bu şeytan beni sabaha kadar uyutmaz. En iyisi sizinle paylaşayım da anlatılanları biraz da siz düşünün. Ama inanmayın canım. İşte bizim zafer uyduruyordur. Güya Hollanda’da Başbakan iş yerine bisikletle gidiyormuş! Hadi canım sen de, olacak şey mi? Bırakın başbakanı, bizde belli bir makama gelen sıradan bir devlet memuru kendisine tahsis edilen devlet arabası ile utanmasa rahmetli anamın dediği gibi “neredeyse tuvalete” gidecek.
                Bak sen şu Zafer’e, güya başbakanlığa ait eski model bir araba varmış, başbakan o araba ile görevi gereği gitmesi gereken yerlere gider, başka ülkelerden gelen zevatı karşılarmış… Adam bakmış ki gittiği başka ülkelerdeki ( 0 ülkelereden biri de mutlaka Türkiye’dir.) başbakanların bindikleri arabalar çok lüks, demiş ki:
“Ya göstermelik de olsa başka ülkelerden gelen zevata ayıp olmasın, biz de son model bir araba alalım.” demiş. Bakanlarını da ikna etmiş. Yıllar sonra başbakanlığa son model bir araba almış. Adam bir defa da binmiş. Bunu gören halk durur mu, basmış yaygarayı, toplantılar, yürüyüşler, protestolar… Adam dayanamamış, arabayı aldığına bin pişman olmuş ve arabayı tekrar iade etmek zorunda kalmış.
                Eee ne demeli şimdi böylesi başbakana?
                Efendim, bizim Zafer diyor ki:
“Ben Türkiye’de yetişmişim. Hollanda’da bir evim var. Evimin de küçük bir bahçesi. Bir gün canım o bahçe de domates yetiştirmek istedi. 6-7 kök domates yetiştirdim. Ne de olsan insan eli ile yetiştirdiğini daldan kopartmayı seviyor. Domatesler de çok güzel oldu. Biz de dalından koparıp güzel güzel yedik. Tabi zaman geldi, domatesin ömrü bitti. Yaprakları gazel olurken, dalları da kurudu. Ben de çalısını çırpısını güzelce topladım. Bahçenin de bir köşesin de kuru çöpleri yaktım. Aman Allah’ım Hollanda polisi geldi, kapıya dayandı. “Havayı kirletmekten, çevreye zarar vermekten bana yüklü bir para cezası kestiler.”
                “Hadi canım sen de olur mu?” dedim ama Zafer:
“Dur bakalım daha ne anlattım.” dedi. Gelin de inanın yani.
Efendim, güya bizim Zafer evinde bir kedi beslemiş. Zaman gelmiş o kediden kurtulmak istemiş. Kedisini almış arabasına. Uzak bir yere gitmiş ki kediyi bıraksın. Kediyi oraya bırakayım derken bir de ne görsün; bir polis tepesinde bitmez mi? Hemen Zaferi yakalamış:
 “Bu kediyi buraya neden bırakıyorsun?” diye sormuş. Zafer kem küm etse de; hem para cezasını yemiş, hem de bilmem kaç km uzaklıktaki hayvanları koruma merkezine götürüp kedisini teslim etmek zorunda kalmış.
Demek ki o ülkenin görevlileri bizim ülkemize gelse, biz de ceza yemeyen insan kalmaz. Baksanıza sokaklarda dolaşan başıboş köpeklere, kedilere, eşeklere…
Zafer diyor ki:
 “Orada, yani Hollanda’da eğer bir yolda bir kazı çalışması yapılacaksa o en az 15 gün önceden orada yaşayan insanlara yazı ile bildirilir. İnsanların normal hayatlarını sarsmayacak şekilde her türlü tedbir alınır. Yapılan çalışmaların kaç gün, hangi saatler arası yapılacağı bildirilen yazıda detaylı olarak açıklanır. Eğer çalışmadan dolayı bir kişi zarar görürse o kişinin zararı yüklenici firma tarafından anında karşılanır.”
Hadi siz gelin de bu sözlere inanın! Başkalarını rezil rüsva etmeden yapılan çalışmanın tadı mı olur canım? Rezillik hizmetin tadı tuzudur. Yolar mı onarılıyor, kanalizasyon mu yapılıyor? İşi yapan keyfine göre yapmalı. İstediği yeri kazmalı. Hatta kepçeyi yolun ortasına koymalı. İşine giden, kendisinden yol isteyen adama da atmalı tafrayı. Hatta üstelik bir de bağırmalı:
“Canın mı çıktı gardaş! Bekle biraz!”
 Hastan mı var?
”Eee varsa ne yapalım. Hasta olmak için bu günü mü bekledin?”
Hanım doğum mu yapacak?
“Tövbe, tövbe. Kızdırma beni, madem doğuracaksın başka zaman doğur! Görmüyor musun şurada çalışıyoruz.”
Valla haklısınız. Ben karışmam. Kim ne yaparsa yapsın. Beklerim kepçecinin keyfinin yetmesini. İsterse açmasın. Hizmete engel olacak değilim ya. Hizmet dediğin başkalarına zarar vererek yapılmalı ki bir anlamı olsun(!)
Sahi siz keyfine göre iş yapmayan bir hizmet erbabını hiç gördünüz mü, ya da duydunuz mu?
Duyarsanız veya görürseniz bana da haber verin ki, özlemim giderilsin!
Üç aydır her sabah kepçecinin gözlerine bakmaktan, onun vicdanına sığınmaktan gına geldim.
Bu sabah da…
Yok, efendim yok. Bu sabah çok güzeldi. Tek parça görev yerime gittim.
Bir şey demedim.
Siz duydunuz mu?
Karnımda kalsın!
Hizmete devam.
2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder