NE ZAMAN OKUMUŞTUNUZ?
2007/2008 Eğitim-Öğretim yılı 17 Eylül 2007 tarihinde başladı. Milyonlarca
öğrenci, on binlerce öğretmen ve bir o kadar aile Türkiye’nin geleceğini
belirleyecek nesilleri yetiştirmek için kolları sıvadı. İlköğretim haftası
münasebeti ile de törenler düzenlendi. Herkes kelimelerinin en güzelini ve
umutlarının en özellerini paylaştı. Okula yeni başlayan miniklerin ağlamaları,
heyecanlanmaları hayalleri okulla buluştu. Hayırlı-uğurlu olsun diye sözlerime
başlamak istiyorum.
28 yıldır eğitim ordusunun içerisindeyim. Okul ve öğrenci heyecanını iliklerine
kadar hissedenlerdenim. Okulların her açıldığında hep kendimi yargılarım. Geçen
yıl neler yapmıştık, bu yıl neler yapacağız? Öğrencilerimizin; davranışlarında,
bilgilerinde ve geleceğe dönük projeler üretmelerinde bir katkımız oldu mu?
Zaman zaman hayal kırıklığına uğradığımı, zaman zamanda mutluluk çığlıkları
attığımı hatırlıyorum.
Bu gün “başarı nedir?” diye düşündüm. Başarmak için nasıl bir yol haritası
çizmeliyiz? Yasak savar gibi formaliteleri yaparak başarıya ne kadar katkı
sağlarız? Sınıflarda verdiğimiz nazari bilgiler, öğrencilerimizin gerçek
hayatına ne derecede etki eder? Eğer öğrencilerimizi iyi yetiştiremiyorsak hata
nerede? Biz de mi, sistem de mi bir hata var? Yoksa tepeden tırnağa rol
yapıyoruz da haberimiz mi yok?
Kendime o kadar soru sordum ki, iki saattir düşünüyorum. Aklıma törenlerde
yapılan konuşmalar geldi. Televizyonlardan, radyolardan ve meydanlarda
dinledik. Gazetelerde okuduk. Her konuşmacı ilk söze; “sevgili öğrenciler, bol
bol okumalısınız” diye başlıyor. Herkes sözleri söyler, sanki muhatabı benmişim
gibi ben başlarım kendimi yargılamaya… Bu yıl kaç kitap okudum? Son okuduğum
kitabın adı ne? Ne zaman okudum? En son makaleyi ne zaman yazdım? Düşünüyorum
da hemen kendimi sınıfta bırakıyorum. Yeterli derecede okumadığımı ve yeterli
derecede yazmadığımı itiraf edeyim. O zaman kendi kendimi yargılıyorum. Benim
öğrencilerime “bol bol kitap okuyunuz” deme hakkım var mı? Bir tanesi de
çıkarda, “hocam, en son okuduğunuz kitabın adı neydi? Ne zaman okumuştunuz?”
diye sorarsa vereceğim cevabım ne olur?
Aklıma bir hikâye geldi. Sizlerle
paylaşalım.
Bir ailenin çocuğu bal yeme
hastalığına yakalanır. Sürekli bal yer. Başka hiç bir şey yemez. Aile ne yapacağını
şaşırır. Devir Lokman Hekim devridir. Doğru Lokman Hekim’in yanında soluğu
alırlar. Durumlarını anlatırlar. Lokman Hekim aileyi dinledikten sonra; “40 gün
sonra çocuğu bana getirin” der. Aile bir şey anlamsa da evin yolunu mecburen
tutar. Gün gelir, zaman geçer 40. gün Lokman Hekim’in huzuruna dikilirler.
Hastayı tanımakta gecikmeyen Lokman Hekim çocuğa sevgi ile yaklaşarak der ki;
“Evladım, bu balın sana faydası
olmaz. Sen bal yemeyi bırak. Artık başka şeylerden ye… Tamam mı?”
Çocuk hiç düşünmeden;
“Tamam amca, bundan sonra bal yemem”
der.
O günden sonra çocuk bal yemeyi terk
eder.
Aile dayanamaz Lokman Hekime;
“Madem bu, bu kadar kolaydı. Neden
bizi kırk gün beklettin.” Diye sitemde bulunur.
Lokman Hekim:
“Sizin önceki geldiğinizde ben o gün
bal yemiştim. Yediğim balı vücudumdan tamamen atmam için 40 gün gerekiyordu.
Benim yediğim bir şeyi başkasına “yeme” dersem inandırıcı olmaz. Çocuk bal
yemeye devam ederdi.” Der.
Düşündüm de, biz kitap okumuyoruz.
Çocuklara “oku” diyoruz. Oturup bir makale yazmıyoruz. “Yaz” diyoruz. Tesir
eder mi? Bana etmiyor. Başkasını bilmem. Sürekli kitap okuyan birisi gelse de
bana; “Ya KAYTANCI hadi biraz kitap oku” dese de yarım kalmış kitapları
bitirsem.
Ne dersiniz? İçinizde sürekli okuyan
ve yazan birisi var mı?
Sahi en son hangi kitabı, ne zaman
okumuştunuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder