Hiç bu kadar
sessiz olmamıştı Adana…
Tarihler 7
Ocak 2013’ü gösteriyordu. Gecenin karanlığında saatler 21.00 ‘i karşılarken
Hakkâri ili Çukurca ilçesi Karataş Jandarma Sınır Karakolu’na tahmini 110
kişilik PKK terör örgütü canileri bir saldırı düzenledi. Kimimiz o saatlerde
derin uykuda, kimimiz televizyon ekranlarında, kimimiz eğlence salonlarında,
kimimiz de ayaklarımızı uzatmış sıcak sobalarımızın başında keyiften bir dakika
çalıyorduk.
Kurşun sesleri
gecenin karanlığını yardı. Gecenin kar beyazı sessizliğine inat, karanlık
düşüncelerin ellerindeki silahlardan çıkan kahpe kurşunlar taze bedenler aradı.
Mevsim kış, hava karanlık, kar diz boyu... Gençlerin gökyüzünde hilali
seyredip, yıldızlara hayal kuracağı bir yaşta sıcak bedenler soğuk mermilerle
tanıştı. Kim bilir o saatlerde kana
doymayan hain düşünceler yeni hangi planları kuruyordu. Bir de adına
“KARDEŞLİK” demeleri yok mu? İşte en çok da adamı o yaralıyor. “Böyle kardeşlik
mi olur?,” diyesin geliyor. Kardeş kardeşin canına, malına, ırzına ihanet eder
mi? Ne zaman bir kardeşlik türküsü dinlemeye başlayacak olsak, bir de bakmışız
yüreğimizin orta yerine bir kahpe kurşun saplanıveriyor. Bir de “bu kan
durdurulsun” diye nutuk atanların ikiyüzlü yaklaşımları değil midir ki
kardeşliğe en ağır darbeyi vuran?
Anlamıyorum.
Beynimin zonkladığını hissediyorum. Yıllardır bin bir çabayla yazdığım Genco
Çavuş hikâyelerinin efsununda kendi nefsimi sınav ederken ve o kahramanlığın
ihtişamında kendi benliğimi bulurken; Televizyon ekranlarında seyrettiğim,
ikiyüzlü canavarların, timsah gözyaşı döken neidüğü belirsiz kösele suratlı
mahlûkların, suratsız suratlarına içimden geldiği gibi kusmak istiyorum.
Tarihler 9
Ocak 2013’ü gösterirken Adana Merkez Sabancı camiinde toplanan binler sukutu
kendilerine rehber edindiler. Musalla taşında Albayrağ’a sarılı tabutun içinde
bir şehit vardı. Sanki Şehit Mehmet Doğan’a Akif yıllar önce sesleniyordu:
“Ey şehid oğlu
şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”
Başlar dik, diller suskun, yürekler kan ağlıyordu. Adana
hiç bu kadar sessiz olmamıştı. Ben dillerin susup, gözlerin bu denli
konuştuğuna hiç şahit olmamıştım. Çok şehit cenazesi kaldırdım. Tabutuna
sarılıp ağladıklarımda oldu, sağ yumruğumu havaya kaldırıp “Şehitler ölmez,
vatan bölünmez” diye haykırdığım da… Ya kabullen işlikti bu suskunluk, ya da öfkenin
başlama noktasıydı.
Babam derdi
ki; “ Ey oğul, sessiz atın tekmesi sert olur.”
Bir sessizlik
hissediyorum. Fırtına öncesi sessizlik gibi bir şey…
Mehmet’imiz
toprağa verilirken; bir iki hıçkırık sesi, imamın Kuran-ı Kerim okuması ve
birkaç mermi sesinden başka bir ses duymadım.
Adana hiç bu
kadar sessiz olmamıştı. Ve bir de iliklere kurşun gibi soğuk işliyordu.
Mehmet’im aguşunu açmış peygamberine kavuşurken. 11..1.2013/ADANA

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder