BİR AFERİN NELERE BEDEL
Mesleğimin ilk
yılıydı. Genç ve toy bir öğretmendim. Bir köy okuluna atandım. Üçüncü sınıfları
okutuyorum. O kadar hevesliyim ki, sormayın. Öğretmenlik rüyalarıma giriyor.
(Gerçi hâlâ da rüyalarımdan hiç çıkmıyor.) sürekli öğrencilerimle uğraşmak
istiyorum. Bir şeyler vermek, onlara faydalı olmak… Bir anda bir problemle
karşılaşıyorum. Ne yapacağını şaşırmış ördek gibi donup kalıyorum.
Karşımda Cemal
diye bir öğrenci… Ona her yaklaştığımda zavallı, sıranın altına girmeye
çalışıyor. Derslere hiç katılmıyor. Arkadaşları ile hiç oynamıyor. Üçüncü
sınıfa gelmiş, okuma yazma bilmiyor. Şaşırıyorum. Şaşkın ördek gibiyim. Çocuk
benden korkuyor. Çocuk, arkadaşlarından korkuyor. Çocuk, çocuk olamıyor. Bu
durumu tecrübeli öğretmen arkadaşlarıma anlattım. 26. yılını çalışan okul
müdürüme anlattım. Bir müfettiş geldi ona anlattım. Üzülerek söylüyorum. Hiç
kimseden istediğim cevabı alamadım. Herkes beni geçiştirdi. Çoğu, ”Olur böyle
vakalar” dediler. “Sen diğerlerine bak, neden bir çocuğa takılıyorsun”
diyenler, “Arka sıraya at” diyenler oldu. Onlar öyle diyorlardı ama benim
uykularım bölünüyor, yediğim ekmekten tat almıyor ve hepsinden önemlisi
yaptığım öğretmenliği anlamlı bulmuyordum.
Her günüm azap
olmuştu sanki.
Aldığım maaşın
helal olmadığını düşünüyordum.
Psikolojim
bozulmuştu.
Bir sabah
erkenden kalktım. Camiye gittim. Sabah namazını eda ettikten sonra Allah’a dua
ettim. O gün kesin bir karar aldım. Yılsonuna kadar ya Cemal’ıkazanacaktım ya
da istifa edecektim. O gün benim için bir yıl dönümü oldu. Görevime daha sıkı
sarıldım. Davranışlarım bile değişti.
İlk iş olarak
sınıfa girdiğimde, sıraların arasında dolaşmayı bıraktım. Sert konuşmamaya
dikkat ettim. Öğrencilerle şakalaşmaya çalıştım. Orkestra şefi gibi yazı
tahtasının dibinden öğrencileri yönetmeye başladım. Sık sık öğrencilere bir
şeyler okuttum. Bu arada bizim Cemal’i de her defasında yoklamayı da ihmal
etmedim. Cemal ismini her söylediğim de yüreğim ağzıma geldi.
“Ya Cemal
konuşmazsa, ya Cemal iyice tedirgin olursa…
Hep ikilem
içinde oldum. Her defasında, “Hadi Cemal sen oku!” diyorum, kitap Cemal’e,
Cemal kitaba bakıyor. Bir gün beş gün bu iş böyle devam etti. Sonunda Cemal
kısık sesle bir şeyler mırıldanmaya başladı. Benim için onun ne söylediği hiç
önemli değildi. Önemli olan ses çıkarmasıydı. Onun her çıkan sesine “aferin”
dedim. Öğrencilere alkışlattırdım. Cemal kendine güvenmeye başladı. Bir ay
sonra Cemal parmak kaldırdı. İki ay sonra benimle konuştu. Üç ay sonra okudu.
Dört ay sonra Cemal derse katıldı. Her sorduğum soruda parmağı havada oldu.
Zaman zaman sıranın üzerine yarım çıkacak kadar kendinde cesaret buldu. Yılsonu
geldiğinde bizim Cemal bir dakikada 140 kelime okuyordu.
O okudukça ben
kendimde güven buldum. Cemal’i bu sonuca götüren temel nokta bir “aferin”di.
Sakın bu
yazdıklarımı kendini öven bir öğretmen kategorisine koymayın.
Öğretmenler,
öğrencilerini teşvik etmekten geri kalmamalı. Aileler, çocuklarının işlerini
kendileri yapmak yerine onları teşvik edici davranışlara girmeli. Onların
başarmış oldukları olumlu bir davranışı mutlaka ödüllendirmeli. Bu bir küçücük
öpücük de olabilir, güler bir yüz de, tatlı bir sözde. Hiç kimseye “aferin”
sayı ile verilmemiştir. Ağzımızda o kelime biter diye korkmayın. Ve çocuklardan
aferini esirgemeyin…
Bakın
başarısız gördükleriniz hangi zirveleri zorlayacak. “Marifet iltifata tabidir”
derler ya, işte öyle bir şey.
Hadi bu günden
başlayalım. Eski alışkanlıklarımız bir kenarda kalsın. “Sen tembelsin. Komşunun
oğlu daha çalışkan… Ben bu çocuğa söz dinletemiyorum. Aksi mi aksi… Dersine hiç
çalışmıyor… Kötü çocuklarla arkadaş oluyor…” vs. vs. yerine, sözlerin en güzellerini seçin. Size biri
hangi sözü söylediğinde en çok hoşunuza gidiyorsa siz de o sözleri
öğrencilerinize ya da çocuklarınıza söyleyin.
Bakın bir
güzel söz, bir aferin neler değiştirecek.
Şimdi gönlüm
ne ister. Keşke bizim Cemal bu yazıyı okumuş olsa…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder