19 Nisan 2013 Cuma

BİR AFERİN NELERE BEDEL


BİR AFERİN NELERE BEDEL
Mesleğimin ilk yılıydı. Genç ve toy bir öğretmendim. Bir köy okuluna atandım. Üçüncü sınıfları okutuyorum. O kadar hevesliyim ki, sormayın. Öğretmenlik rüyalarıma giriyor. (Gerçi hâlâ da rüyalarımdan hiç çıkmıyor.) sürekli öğrencilerimle uğraşmak istiyorum. Bir şeyler vermek, onlara faydalı olmak… Bir anda bir problemle karşılaşıyorum. Ne yapacağını şaşırmış ördek gibi donup kalıyorum.
Karşımda Cemal diye bir öğrenci… Ona her yaklaştığımda zavallı, sıranın altına girmeye çalışıyor. Derslere hiç katılmıyor. Arkadaşları ile hiç oynamıyor. Üçüncü sınıfa gelmiş, okuma yazma bilmiyor. Şaşırıyorum. Şaşkın ördek gibiyim. Çocuk benden korkuyor. Çocuk, arkadaşlarından korkuyor. Çocuk, çocuk olamıyor. Bu durumu tecrübeli öğretmen arkadaşlarıma anlattım. 26. yılını çalışan okul müdürüme anlattım. Bir müfettiş geldi ona anlattım. Üzülerek söylüyorum. Hiç kimseden istediğim cevabı alamadım. Herkes beni geçiştirdi. Çoğu, ”Olur böyle vakalar” dediler. “Sen diğerlerine bak, neden bir çocuğa takılıyorsun” diyenler, “Arka sıraya at” diyenler oldu. Onlar öyle diyorlardı ama benim uykularım bölünüyor, yediğim ekmekten tat almıyor ve hepsinden önemlisi yaptığım öğretmenliği anlamlı bulmuyordum.
Her günüm azap olmuştu sanki.
Aldığım maaşın helal olmadığını düşünüyordum.
Psikolojim bozulmuştu.
Bir sabah erkenden kalktım. Camiye gittim. Sabah namazını eda ettikten sonra Allah’a dua ettim. O gün kesin bir karar aldım. Yılsonuna kadar ya Cemal’ıkazanacaktım ya da istifa edecektim. O gün benim için bir yıl dönümü oldu. Görevime daha sıkı sarıldım. Davranışlarım bile değişti.
İlk iş olarak sınıfa girdiğimde, sıraların arasında dolaşmayı bıraktım. Sert konuşmamaya dikkat ettim. Öğrencilerle şakalaşmaya çalıştım. Orkestra şefi gibi yazı tahtasının dibinden öğrencileri yönetmeye başladım. Sık sık öğrencilere bir şeyler okuttum. Bu arada bizim Cemal’i de her defasında yoklamayı da ihmal etmedim. Cemal ismini her söylediğim de yüreğim ağzıma geldi.
“Ya Cemal konuşmazsa, ya Cemal iyice tedirgin olursa…
Hep ikilem içinde oldum. Her defasında, “Hadi Cemal sen oku!” diyorum, kitap Cemal’e, Cemal kitaba bakıyor. Bir gün beş gün bu iş böyle devam etti. Sonunda Cemal kısık sesle bir şeyler mırıldanmaya başladı. Benim için onun ne söylediği hiç önemli değildi. Önemli olan ses çıkarmasıydı. Onun her çıkan sesine “aferin” dedim. Öğrencilere alkışlattırdım. Cemal kendine güvenmeye başladı. Bir ay sonra Cemal parmak kaldırdı. İki ay sonra benimle konuştu. Üç ay sonra okudu. Dört ay sonra Cemal derse katıldı. Her sorduğum soruda parmağı havada oldu. Zaman zaman sıranın üzerine yarım çıkacak kadar kendinde cesaret buldu. Yılsonu geldiğinde bizim Cemal bir dakikada 140 kelime okuyordu.
O okudukça ben kendimde güven buldum. Cemal’i bu sonuca götüren temel nokta bir “aferin”di.
Sakın bu yazdıklarımı kendini öven bir öğretmen kategorisine koymayın.
Öğretmenler, öğrencilerini teşvik etmekten geri kalmamalı. Aileler, çocuklarının işlerini kendileri yapmak yerine onları teşvik edici davranışlara girmeli. Onların başarmış oldukları olumlu bir davranışı mutlaka ödüllendirmeli. Bu bir küçücük öpücük de olabilir, güler bir yüz de, tatlı bir sözde. Hiç kimseye “aferin” sayı ile verilmemiştir. Ağzımızda o kelime biter diye korkmayın. Ve çocuklardan aferini esirgemeyin…
Bakın başarısız gördükleriniz hangi zirveleri zorlayacak. “Marifet iltifata tabidir” derler ya, işte öyle bir şey.
Hadi bu günden başlayalım. Eski alışkanlıklarımız bir kenarda kalsın. “Sen tembelsin. Komşunun oğlu daha çalışkan… Ben bu çocuğa söz dinletemiyorum. Aksi mi aksi… Dersine hiç çalışmıyor… Kötü çocuklarla arkadaş oluyor…” vs. vs. yerine,  sözlerin en güzellerini seçin. Size biri hangi sözü söylediğinde en çok hoşunuza gidiyorsa siz de o sözleri öğrencilerinize ya da çocuklarınıza söyleyin.
Bakın bir güzel söz, bir aferin neler değiştirecek.
Şimdi gönlüm ne ister. Keşke bizim Cemal bu yazıyı okumuş olsa…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder